Bir zamanlar, deniz kenarında fakir bir balıkçı ve karısı yaşarmış. Balıkçı her sabah ağını denize atar, akşam eve döner, karısı için küçük bir balık getirirmiş. Bir gün ağına tuhaf bir balık takılmış; balık insan gibi konuşuyormuş:
“Beni bırak, iyi bir insan ol, yoksa başına iş açılır,” demiş.
Balıkçı önce şaşırmış ama sonunda balığı denize geri bırakmış. Eve dönünce karısı, balığın geri bırakıldığını duyunca öfkelenmiş:
“Sen delirdin mi? O balık büyülü olmalı, dileklerimizi yerine getirebilir!”
Balıkçı biraz utanmış ama karısının isteğini kırmamış ve ertesi gün tekrar denize gitmiş.
Balıkçı balığı çağırmış, karısının dileğini iletmiş. Balık, sessizce başını sallayıp dileği yerine getirmiş: karısı artık daha büyük bir kulübede yaşamaya başlamış. Ama karısı doymamış; kısa süre sonra daha fazlasını istemiş.
Balıkçı bir süre duraksamış ama karısı sürekli baskı yapmış: önce yeni bir ev, sonra saray, sonra krallık… Balık her seferinde dilekleri yerine getirmiş.
Ancak karısının hırsı durmak bilmemiş; bir gün “Artık ben denizin sahibi olacağım, balık bana boyun eğecek!” demiş. Balıkçı artık içten içe korkmuş. Balık, karısının bu son isteğini duyunca denizin derinliklerinde sessizleşmiş. Karısı görmüş ki sarayı, krallığı, hatta kendisi bile bir anda yok olmuş; eski kulübelerine dönmüşler.
Balıkçı ve karısı, artık tekrar mütevazı yaşamaya başlamış. Karısı hırsının nelere yol açtığını anlamış, balıkçıya daha saygılı ve sabırlı davranmış.
Köydekiler hala anlatırmış: “İnsanın hırsı, denizin derinliklerindeki sessizlik kadar güçlüdür; ama sabır ve kanaat en sonunda mutluluk getirir.”
Ve balık, bir daha asla dileklerini kolay kolay yerine getirmemiş.
