Bir varış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, gökyüzünün maviliklerinde, bembeyaz bir bulut yaşarmış. Bu bulutun adı Minik Bulutmuş. Minik Bulut diğer bulutlardan farklı olarak çok meraklıymış ve dünyayı yakından görmek istermiş. Her sabah güneşin doğuşunu izler, rüzgârla dans eder, kuşlara selam verirmiş.
Günlerden bir gün çok şiddetli bir rüzgar çıkmış ve bu sert rüzgâr onu uzaklara taşımış; yeşil tepelerin ve çiçeklerle dolu vadilerin üzerinden geçerken Minik Bulut şaşkınlıkla etrafına bakmış. Çiçeklerin susuz kaldığını fark etmiş ve içi burkulmuş. Minik Bulut’un gönlü onları öyle bırakmaya razı olmamış ve yardım etmeye karar vermiş. Tepelerin üzerine vardığında, derin bir nefes almış ve içindeki suyu yavaşça çiçeklerin üzerine bırakmış. Çiçekler suya kavuşunca neşeyle sallanmış, kuşlar cıvıldamış ve Minik Bulut çok mutlu olmuş. Bu sırada rüzgâr ona fısıldamış: “Sen sadece küçük bir bulutsun ama yaptığın iyilik çok büyük. Senin sayende doğa tekrar canlanacak.” Demiş. Minik Bulut anlamış ki herkesin yardım etmesi, dünyayı daha güzel kılmak için yeterliymiş.
O günden sonra Minik Bulut her sabah vadilere uçar, çiçeklere su taşır ve kuşlarla oyunlar oynarmış. Artık kendini yalnız hissetmezmiş çünkü yaptığı iyiliklerle hem doğayı hem de kendini mutlu edermiş. Minik Bulut’un maceraları gökyüzünü daha parlak, tepeleri daha yeşil ve kalpleri daha sıcak kılmış. Küçük bir bulutun büyük sevgisi, tüm dünyayı aydınlatmış. Masal da burada bitmiş.
