Geniş bir çiftliğin ortasında, güneşin toprağı ısıttığı yumuşak bir sabah vakti, sarı tüylü minik bir civciv yaşarmış. Adı Lupi’ymiş. Lupi çok hareketliymiş. Etrafında ne varsa hemen ona ulaşmak istermiş. Yem kabı konulduğunda ilk o koşmak istermiş. Su içileceği zaman öne geçmek istermiş. Diğer civcivler sıraya dizildiğinde Lupi sabırsızlanırmış. Beklemek ona zor gelirmiş. Oysa çiftlik sakinmiş. Her şeyin bir zamanı varmış. Tavuklar yavaşça dolaşır, rüzgâr bile acele etmezmiş.
Bir gün çiftliğe yeni, büyük bir yem kabı getirilmiş. Civcivler heyecanlanmış. Hepsi aynı anda koşmuş. Lupi yine öne geçmeye çalışmış. Ama kalabalık olmuş. Tüyler karışmış. Yem yere dökülmüş. Civcivler şaşırmış. Bir süre kimse yiyememiş. Lupi durmuş. O an fark etmiş ki acele ettiğinde her şey daha zor oluyormuş. Sonra civcivler yavaş yavaş yan yana dizilmiş. Her biri sırayla yemiş. Beklerken çevresine bakmış. Güneşin nasıl parladığını, toprağın nasıl koktuğunu fark etmiş. Sıra ona geldiğinde yem daha lezzetli gelmiş.
Akşamüstü çiftlik sessizleşmiş. Lupi annesinin yanına sokulmuş. İçinde sakin bir mutluluk varmış. Beklemenin sadece durmak olmadığını anlamış. Beklemek çevreyi görmekmiş, başkalarına yer açmakmış. O günden sonra Lupi sıraya girmiş. Sabırla beklemiş. Çiftlik daha düzenli olmuş. Lupi de kendini daha güvende hissetmiş.
