Bir zamanlar, uzak ve yemyeşil bir ormanda, kocaman kulakları ve minicik kuyruğuyla tatlı mı tatlı bir fil yaşarmış. Adı Fiko’ymuş. Fiko’nun en büyük özelliği, hayal kurmayı çok sevmesiymiş. Diğer filler su birikintilerinde yıkanırken, o gökyüzüne bakar ve bulutların içinde yüzdüğünü hayal edermiş.
Fiko’nun rüyaları öyle sıradan da değilmiş; bazen uzaya çıkıp yıldızlarla dans eder, bazen gökkuşağının kaygan yollarında kayarmış. Her sabah uyandığında arkadaşlarına rüyasını anlatırmış ama diğer hayvanlar onu pek ciddiye almazmış.
— “Fiko, sen çok hayal kuruyorsun,” dermiş Tembel Ayı.
— “Bir gün düşlerinle uçacaksın ama ayağın yere değmeyecek,” diye eklerdi papağan.
Ama Fiko’nun içindeki dünya o kadar renkliymiş ki bu sözler ona engel olamazmış.
Bir gece, Fiko uykuya daldığında gökyüzü renk değiştirmiş. Gri bulutlar pembeleşmiş, yıldızlar minik müzik notalarına dönüşmüş. Rüyasında karşısına bir renk ejderhası çıkmış. Ejderha gülümseyerek demiş ki:
— “Fiko, senin hayal gücün çok özel. Renkler bile seninle oynamak istiyor. Gel, seninle birlikte rüyaların sınırlarını keşfedelim!”
Ejderhanın sırtına binmişler, önce rengârenk bir denizde yelken açmışlar. Balıklar mor, dalgalar sarıymış. Ardından uçan ağaçların olduğu bir ormana inmişler. Fiko, gökyüzündeki bir ağaca tırmanmış ve oradan kendini rengârenk bir salıncağa bırakmış.
Sonunda bir “Hayal Durağı”na varmışlar. Burada her hayvanın içinde saklı bir hayal varmış. Fiko, arkadaşlarının hayallerini de görebilmiş. Meğer Tembel Ayı bir gün dans etmek istiyormuş, Papağan ise kendi hikâyesini anlatacak bir kitap yazmak…
Fiko sabah uyandığında çok mutluymuş. Arkadaşlarına koşmuş:
— “Rüyamda sizin hayallerinizi gördüm!”
— “Bizimkiler mi?” demişler şaşkınlıkla.
Fiko onları tek tek anlatınca herkes birden gülümsemeye başlamış. O günden sonra ormanın her köşesinde bir şeyler değişmiş: Tembel Ayı dans etmeye başlamış, Papağan yazmaya, sincaplar resim çizmeye…
Çünkü Fiko’nun hayalleri sadece kendi dünyasını değil, başkalarının da içindeki renkleri ortaya çıkarmış.
